Olaylar, Barzani, AK Parti Kongresi'ne geldiğinde başlamıştı; daha doğrusu yeni bir mecraya girmişti. Barzani'nin büyük babası İttihatçılar tarafından idam edilmişti.
Babası (Kızıl) Molla Mustafa Barzani'nin hayatı çekilse en ilginç Hollywood filmlerinden daha ilginç olurdu. 1903 doğumlu bu mücadeleci insan daha 1920'lerin sonunda karmaşık siyasal olayların içindeydi, Dönemin uluslararası siyasetinin bütün zayıf noktalarını kullanmasını bilmiş ve en önemlisi 1946'da Kürt Mahabad Cumhuriyeti'ni kurmuştu.
Bu "sülalenin" hayatı bir Kürt Cumhuriyeti, bir Kürdistan, bir Kürt devleti kurmak uğruna harcanmıştı. Mesud Barzani, Kuzey Irak'taki oluşumla bu hayali gerçekleştirdi.
***
Bu gerçekten uzun tarih gerçekten de zorlu ve karışıktır.
Baba Barzani İran, Irak, SSCB ve sonunda da
ABD üstünden oynamıştır kartlarını.
Türkiye, sınırlarında cereyan eden, ülkeye sıçramasından dehşetle korkulan bu "oyunda" ne kadar oyun kurucuydu, ne kadar oyun bozucuydu, bunu henüz yeterince bilmiyoruz.
Ama Soğuk Savaş yıllarında Kürtler, politikalarını
Marksist- Leninist bir anlayışla da sürdürüyorlardı ve Türkiye'nin elini güçlendiren onların bu tercihi oluyordu. Dönemin Batı bloğundaki bu büyük "
tehlike"yi, yani komünizmi, yani Rusya'yla yakın olmayı öne sürerek Türkiye çok uzun bir süre ABD'yi Kürtlere karşı yanında tutmayı başardı.
Sonra 1990'lar... Barzani ölmüş, SSCB dağılmış,
Berlin Duvarı yıkılmış, 1980'lerin başında ortaya çıkan
PKK hareketi ve
Öcalan dizginleri ele geçirmiş... Hele 2000'lerde OD'da meydana gelen büyük boşluklar, İran'da 1979'da başlayan "yeni" yönetim, Irak'ta Kürtler için "büyük bela"
Saddam'ın devrilmesi, Türkiye- ABD ilişkilerinin hassas ve oynak dengesi bizi Kuzey Irak oluşumuna taşıdı: şah ve mat! ABD, Türkiye'ye karşı orada bir Kürdistan kurulmasını istedi. Her şey müsaitti, oldu.
***
Bana kalırsa Türkiye'nin hem "
büyük devlet" refleksi, hem Osmanlı devlet geleneğinden kaynaklanan
emperyal refleksleri bu noktada, bu ertelenemez, görmezden gelinemez gerçeklik karşısında devreye girdi. Büsbütün zıtlaşıp, didişip, ayrışmaktansa, akıl edildi, "
içerideki Kürt sorunu" ile "
dışarıdaki Kürt sorunu" birlikte ele alındı ve bir çözüme taşındı.
Görülmekte midir, gözden kaçırılmakta mıdır, bilemem, "
barış ve kardeşlik" gibi gerçekten çok önemli, ondan da öte, hayati bir slogan şu anda haklı olarak yarattığı "
vecd" duygusuyla gözümüzü kamaştırmış ve bizi başka bir âleme taşımıştır ama şu gelişmelerin ardında gerçekten de, belki çok yıllar sonra yazılacak, o büyük devlet refleksleri var ve onların tamamını ekonomik ilişkiler sağlıyor.
Bir defa, Kuzey Irak Kürdistan Yönetimiyle sınırlar açılacak. Ama çarpıcı olanı Türkiye'nin bu yoldan alacağı
petrol. Yani
boru hatları konusu! Ne var ki, kan parayla yıkanmıyor ve temizlenmiyor. Her şeyden önde geleniyse, bu ilişkiler neticesinde oluşan yakınlaşmanın
Kürt Barışı'nı büsbütün sağlam bir zemine oturtması.
Bu çerçeve, ABD'nin Türkiye'ye karşı geliştirdiği bir hamlenin onun elinden alınmasıdır.
Ama hayat kâğıt üstüne yazıldığı kadar kolay değil. Bundan sonrasını da ilmik ilmik örmek gerekiyor. Ortadaki büyük realite
Kürt devleti, Kürdistan realitesidir. Barzani'nin Diyarbakır'a gelmesi önemlidir ama Erdoğan'ın onunla "eşit" iki başkandan biri olarak buluşması daha önemlidir.
Bu bir
reel politikadır. Türkiye nihayet zamana ve gerçeğe karşı yarışmaktan, suyu tersine akıtmak çabasından, akıntıya karşı yüzmek deliliğinden vazgeçiyor. Ortada bir gerçek varsa bu kabul edilir, ondan sonrasına bakılır.
Ondan sonrasının bir tek adı var: barış.
Barışın kalıcılığı.